17 °c

28 Şubat Davası

ANKARA (AA) - 28 Şubat Davası'nda "tanık" olarak ifade veren eski Başbakan Mesut Yılmaz, "Başörtüsü yasağının katı şekilde uygulanmasının irticayı besleyen kaynak olduğunu söyledim. Zaman zaman MGK'da, YAŞ'ta sert diyaloglarımız oldu. Ama bütün bunları bir yana koyarak ifade ediyorum ki muhatap olduğum hiçbir Genelkurmay başkanının, komutanın hükümeti devirmek için cunta...

Güncel Haberi
28 Şubat Davası
28 Şubat Davası

ANKARA (AA) - 28 Şubat Davası'nda "tanık" olarak ifade veren eski Başbakan Mesut Yılmaz, "Başörtüsü yasağının katı şekilde uygulanmasının irticayı besleyen kaynak olduğunu söyledim. Zaman zaman MGK'da, YAŞ'ta sert diyaloglarımız oldu. Ama bütün bunları bir yana koyarak ifade ediyorum ki muhatap olduğum hiçbir Genelkurmay başkanının, komutanın hükümeti devirmek için cunta kurduğuna veya Türk siyasetine yön vermek için uğraş içinde olduğuna tanık olmadım." dedi.

Yılmaz, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, "tanık" sıfatıyla ifade verdi.

Bir soruyu yanıtlarken "28 Şubat"tan bu yana 20 sene geçtiğini ama 30 seneden beri Türkiye'de başörtüsünün tartışıldığını belirten Yılmaz, bu konuda Turgut Özal döneminde bir düzenleme yaptıklarını ancak bunun Anayasa Mahkemesince iptal edildiğini anlattı.

Yılmaz, "Ondan sonra maalesef bu konu, YÖK'ün inisiyatifiyle çok katı biçimde uygulandı. Bu konuda ne Genelkurmay'dan ne başka bir çevreden gelen baskı vardı. Bize gelen baskı tabandandı, seçmendendi. Başörtüsü nedeniyle eğitim hakkından mahrum bırakılan talebeler ve ailelerindendi. Biz, bu konuda bir yasa da çıkardık ama maalesef Anayasa Mahkemesi'nin takdiriyle hayata geçiremedik. Yoksa doğrudan doğruya 28 Şubat ile başörtüsü arasında alaka yoktur. Belki şu olmuştur, YÖK'ün uygulamaları 28 Şubat döneminde daha sert uygulanmıştır." diye konuştu.

Bir avukat, Yılmaz'a, "Çiller hakkında gensoru verdiniz. Tansu Hanım gensorudan kurtulmak amacıyla mı sizin partinizi değil, RP'yi tercih etti?" sorusunu yöneltti.

"Müsaade ederseniz, hatırladığım kadarıyla hem bu soruyu cevaplandıracak hem de sonraki sorulara ışık tutacak açıklama yapmak istiyorum" ifadesini kullanan Yılmaz, şöyle devam etti:

"1995 seçimlerinden sonra RP ile yaptığımız koalisyon görüşmesi başarısızlıkla sonuçlandı. Ama 1995 öncesinde, Sayın Çiller seçim kampanyasında Türkiye için en öncelikli tehlikenin hatta PKK'dan daha öncelikli tehdidin RP olduğunu ileri sürmüştü. Bana seçimden önce, 'RP ile koalisyon kurmama yönünde ortak bir taahhüt yapalım' çağrısında bulunmuştu. Ben bunu demokratik bulmadığım için kabul etmedim.

Erbakan, hükümeti kurmakla görevlendirilince, kendi tercihi olarak bizle hükümet kurmak istediğini söyledi ve müzakereye başladık. Müzakerelerde öyle bir noktaya gelindi ki Erbakan dönüşümlü başbakanlığı ve ilk başbakanlığı bana vermeyi kabul etti. Ama ben bu koalisyonun ülke için hayırlı olmayacağını düşündüm. Arkadaşlarla değerlendirerek, koalisyona girmedik.

O sırada, bizim RP ile koalisyon kurmamızdan endişe eden Sayın Çiller, bana Yalım Erez aracılığıyla haber göndererek, ortak bir hükümeti görüşmeye hazır olduğunu söyledi. O görüşme kısa sürede sonuçlandı ve biz DYP ile ortak hükümet kurduk. Bu ortak hükümet çok kısa sürdü, zannediyorum 4-5 ay. Bu hükümetin sona ermesinin önemli nedenlerinden birisi, örtülü ödenek meselesidir. Biz, Sayın Çiller hakkında gensoru önerisi vermedik, RP verdi. Gensoru konusu da ihale konusuydu. Tofaş hisselerinin satışıyla, öyle hatırlıyorum. Sayın Çiller ile aramızda bir örtülü ödenek tartışması geçti. Bu tartışma o hükümette karşılıklı güveni ortadan kaldıran bir tartışmadır. Çünkü, benim bilgime göre dünyada Türkiye kadar başbakanlara tahsis edilen örtülü ödeneğin denetimsiz kullanıldığı başka hiçbir ülke yoktur. Örtülü ödenek çok büyük miktarlara ulaşır ve tamamen başbakanların namuslarına bırakılmıştır."

- "İlk güven bunalımı böyle doğmuştur"

"Örtülü ödenek konusunda teamül gereği başbakanların birbirlerini bilgilendirdiklerini" söyleyen Mesut Yılmaz, kendisinin Demirel'e bilgi verdiğini, Bülent Ecevit ile kurulan koalisyon döneminde de ortak kullandıklarını kaydetti. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ama Sayın Çiller, 53. Hükümeti bana devrederken bu konuda hiçbir bilgi vermedi. İstediğim halde vermedi. Böyle bir adet olmadığını söyledi. Daha sonra basında, örtülü ödenekten 500 milyon lira çekilmesi ortaya çıktı. Konuyu araştırdım, Vakıflar Bankası genel müdürünü çağırdım, 'Evet, talep geldi, gece yarısı 500 milyon lira valizlerle Köşk'e yollandı' dedi. Ben de Sayın Çiller'e 'Bu size değil, Başbakanlığa tahsis edilmiş. Bu bilgiyi benimle paylaşmanız gerekir' dedim. Çok reaksiyon gösterdi. İlk güven bunalımı böyle doğmuştur. Bu olaydan sonra partimizde rahatsızlıklar oldu. RP'nin önergesi karşısında bazı arkadaşlarımız kabul oyu kullanmayı istediler. Ama bizim ortak olduğumuz bir parti başkanı hakkında kabul oyu kullanmamız işin tabiatına aykırı olurdu. Bu olay Sayın Çiller'i çok rahatsız etti. Zannediyorum bu ve kişisel nedenlerle Sayın Çiller, RP ile koalisyon kurmaya mecbur kaldı."

- "Din özgürlüğü ile irticayla mücadelenin ayrılmalı"

Davada daha önce "tanık" olarak dinlenen milletvekillerine DYP'den neden istifa ettiklerinin sorulduğunu hatırlatan Yılmaz, "Bu kadar büyük bir çelişki karşısında kendi partisinden bazı milletvekillerinin niye istifa ettiklerini değil, bazılarının niye istifa etmediklerini sormak lazım. Çünkü zannediyorum burada DYP'den istifa edenlere baskı yapılıp yapılmadığı sorulmuş. Baskıya gerek yoktu. Çünkü yaşanan büyük çelişki vardı. Parti liderlerinin milletvekillerini adeta kendi askerleri gibi görmesi, onların kendi şahsi sorunlarının aşılmasında dahi araç olarak kullanabileceği düşüncesi yanlış bir düşünceydi. Ve bizim hükümet kurmamız doğrudan istifa eden arkadaşlarımız tamamen kendi sağduyularıyla verdikleri kararlar." diye konuştu.

Sanık avukatlarından Hulusi Coşkun'un, 28 Şubat Davasının yıllar sonra açılmasını nasıl yorumladığını sorması üzerine Yılmaz, şunları söyledi:

"Silahlı kuvvetlerde görev yapan değerli komutanlarımızla Başbakan olarak her zaman aynı düşüncelere sahip olmadım. Özellikle din özgürlüğü ile irticayla mücadelenin birbirinden ayrılması gerektiğini defalarca vurguladım. Başörtüsü yasağının katı şekilde uygulanmasının irticayı besleyen kaynak olduğunu söyledim. Zaman zaman MGK'da, YAŞ'ta sert diyaloglarımız oldu. Ama bütün bunları bir yana koyarak ifade ediyorum ki muhatap olduğum hiçbir Genelkurmay başkanının, komutanın hükümeti devirmek için cunta kurduğuna veya Türk siyasetine yön vermek için uğraş içinde olduğuna tanık olmadım.

Hatta Güven Erkaya'yı emekli olunca Başbakanlık Başdanışmanlığına atadım ve orada Türkiye'ye büyük bir hizmet daha yaptı. Özel bir sohbetimizde bana hayretle dedi ki (kastı bizden önceki hükümetti, DYP-RP hükümetiydi) 'Bunlar bizim hakikaten darbe yapabileceğimizi düşünüyorlardı. Bu çağda, bunu yapabilecek kadar ilkel insanlar mıyız? Bu çağda darbe yapılabilir mi? Biz sadece ülkenin yanlış gidişi konusunda komuoyunu uyarmak istiyoruz' dedi."

"Eğer, Türkiye Cumhuriyeti, Anayasada yazıldığı gibi laik, sosyal bir hukuk devleti olarak yoluna devam edecekse bunun en büyük güvencesi silahlı kuvvetler değil, kamuoyundaki bu konudaki bilinç olması gerekir" diyen Yılmaz, şöyle devam etti:

"Aslında Genelkurmay'ın o dönemde bana göre yaptığı da kamuoyunu bu konuda uyarmaktı. Kamuoyundaki bu bilinci harekete geçirmek. Ama bunu yaparken yanlışlar yaptılar. Hakimleri çağırarak brifing vermek yanlıştı. Çünkü hakimler neticede Türkiye'de karar verecek son mercidir. Tabii üniversitelere falan belki mazur görülebilir ama basını, hakimleri oraya davet etmeleri ve bu konuda brifing vermeleri yanlıştı. Bu eleştirilerimi bir yana koyarak söylüyorum, hiçbir zaman antidemokratik eğilim içinde görmedim. Tam tersine her zaman demokrasiye bağlılıklarına şahit olduğum değerli komutanların ülkeye bu kadar hizmet etmiş komutanların sanık oldukları bir davada tanıklık yapmaktan hicap duyuyorum."

(Sürecek)





Sıradaki Haber